Binlerce kişinin ölümüne yol açan 17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden tam 20 yıl geçti. O tarihten bu yana Türkiye, depreme daha hazır hale geldi mi? Arama kurtarma konusunda ülke ne noktada? Kentsel dönüşüm amacına hizmet ediyor mu?





Gölcük Depremi’nin üzerinden tam 20 yıl geçti. 17 Ağustos 1999’da gerçekleşen 7.4 büyüklüğündeki depremde resmi rakamlara göre 18 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti, 48 binden fazla kişi yaralandı. TBMM Araştırma Komisyonu rakamlarına göre, 112 bini ağır hasarlı ve yıkık olmak üzere 365 bin bina hasar gördü. Gölcük Depremi, 1939’da Erzincan’da gerçekleşen 7.9 büyüklüğündeki depremin ardından Türkiye tarihinin 2’nci en büyük depremi olarak kayıtlara geçti. Ancak, binlerce can kaybına sebep olan bu büyük deprem, maalesef Türkiye’nin görüp göreceği sonuncu deprem olmayacak gibi gözüküyor.





'BÜYÜK DEPREM İSTANBUL'A YAKLAŞIYOR, BİR SONRAKİ BÜYÜK DEPREMİN MARMARA DENİZİ'NDE OLMASI OLASI'





Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, Deprem Mühendisliği Ana Bilim dalı Başkanı Prof. Dr. Eser Çaktı'ya göre, 1939’dan başlayan depremler, batıya doğru birbirini tetikleyerek İstanbul’a doğru yaklaşıyor. Prof. Çaktı "2000'li yıllarda yapılan çalışmalar, 30 yıl içinde Marmara Denizi'nde 7’den büyük bir deprem olma olasılığının yüzde 40 ila 60 arasında olduğunu gösteriyor. Bu büyüklükte olası bir deprem için net bir tarih belirtmek veya Marmara Denizi içindeki hangi fay segmentleri üzerinde meydana geleceğini ön görmek mümkün değil. Ancak İstanbul'un güney kısımlarının depremden daha fazla etkileneceğini söylemek mümkün" diyor.





Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Uzmanı Doç. Dr. Bülent Özmen de Türkiye’de son 120 yılda hasara neden olan 285 deprem yaşandığına ve bunların 24’ünün 7’nin üzerinde büyüklükte olduğuna işaret ediyor. Bir sonraki büyük depremin Marmara’da gerçekleşmesinin olası olduğuna işaret eden Özmen, “Kuzey Anadolu fay zonu, aşağı yukarı 1600 km uzunluğunda, Türkiye’yi kuzeyden güneye doğru bölen bir hat. Hem Türkiye’nin hem dünyanın en aktif faylarından biri. Erzincan depremiyle beraber Kuzey Anadolu fay zonu üzerinde bir seri başlıyor. 1943, 1944, 1957 ve 1967 yıllarında doğudan batıya doğru giden depremler var. Bunların en sonuncusu da 17 Ağustos 1999 İzmir Körfezi depremi ve bunun hemen 3 ay ardından sonra meydana gelen 13 Kasım Düzce depremi. Kuzey Anadolu fay zonunda meydana gelebilecek olan depremlerin çok büyük bir ihtimalle Marmara Denizi’nde olacağı yönünde değerlendirmelere katılıyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor.





'İSTANBUL'U ETKİLEYECEK BİR DEPREM, ÜLKE EKONOMİSİ VE SANAYİYE DE DARBE VURUR'





Peki olası büyük depremin İstanbul'a yönelik etkisi ne olur? Prof. Çaktı, bu soruyu "Olası bir depremdeki can kaybının asgari düzeye indirilmesi en önemli mesele  Zira şehir, doğuya ve batıya doğru hızla büyüyor. Nüfusu da ciddi ölçüde artmış durumda. İstanbul’un güncel nüfus, bina ve altyapı envanterlerini kullanarak kentsel ölçekte deprem risk değerlendirme çalışmalarını tamamladık. Bu çalışmaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı, Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ile işbirliği içerisinde gerçekleştirdik. Ancak İstanbul'u etkileyecek bir depremin, yalnızca can kaybı ve binalarda hasarın ötesinde, şehir, bölge ve ülke ekonomisine, ticaret hayatına ve sanayiye yönelik olası etkilerini de anlamaya yönelik çalışmaların yapılması gerekir" diye yanıtlıyor.





TÜRKİYE’NİN BAŞKA HANGİ BÖLGELERİNDE DEPREM TEHLİKESİ YÜKSEK? 





Ancak, İstanbul büyük depremin gerçekleşmesinin olası olduğu tek bölge değil. Maden Tetkik Arama’nın (MTA) 2012 yılında yayınladığı diri fay haritası, Türkiye’nin hangi bölgelerinde deprem riskinin yüksek olduğu sorusunun yanıtına ışık tutacak nitelikte. Buna göre tam 550 tane Türkiye’de diri fay var. Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı da bu verilerden faydalanarak ‘Türkiye Yeni Deprem Tehlike’ haritasını yayınladı.





 Özmen “Bu iki veriye bakarak konuştuğumuz anda bir kere Kuzey Anadolu fay zonu, Erzincan’dan başlayıp Marmara Denizi’ne kadar gelen, hatta Çanakkale’den Ege Denizi’ne kadar uzanan hat, Türkiye’nin deprem açısından en tehlikeli yerlerinden birisi. Bunun haricinde Ege Denizi ve Ege Bölgesi içinde bulunan yerleşim birimleri de deprem açısından son derece tehlikeli. Kuzey Anadolu fay zonundan sonra en önemli fayımız da Doğu Anadolu fay zonu diye isimlendirilen, Antakya’dan başlayıp Bingöl Karlıova’ya kadar uzanan, yaklaşık 600 km uzunluğunda olan, sol yönlü doğrusal atımlı bir fay. Burası, son 120 yıllık deprem kayıtlarına baktığımızda da önemli bir deprem üretmemiş. Sadece 1971 yılında Bingöl’de bir deprem meydana geliyor. Dolayısıyla o hattın da deprem açısından, enerji burada uzun yıllardır deprem olmadığı için birikiyor, özellikle Hatay civarının da deprem açısından tehlikesinin oldukça yüksek olduğunu ifade edebiliriz” diyor.





ÜLKE, OLASI BİR BÜYÜK DEPREME HAZIR MI?





Peki Türkiye, 20 yıl geride kalan Gölcük ve 23 Ekim 2011’de gerçekleşen Van depreminin ardından olası bir depreme ne kadar hazır? Söz konusu afetlerden sonra Türkiye, depremin zararlarını asgariye indirecek çalışmalar yaptı mı? Doç. Dr. Özmen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de 6.5, 7 milyona yakın konutun deprem açısından risk teşkil ettiği yönündeki verisini hatırlatıyor. Özmen konuyu “Dolayısıyla, hem Türkiye hem de İstanbul’da binaların yaklaşık yüzde 35’e yakını deprem açısından riskli. Depremle mücadele planla başlar. Türkiye’de çok fazla sayıda birçok yerleşim yerinin tam diri fayların üzerinde. Yerleşim birimini herhangi bir diri fayın üzerine koyarsanız, binaların depreme dayanma şansı olmaz” diye değerlendiriyor. 





MAHRUKİ: SON 20 YILDA ARAMA KURTARMA EKİPLERİ TAHMİNEN 50 KATINA ÇIKTI





Arama ve Kurtarma Derneği’nin (AKUT) kurucu başkanlarından olan Ali Nasuh Mahruki ise, Türkiye’nin son 20 yılda Türkiye’nin depreme ne ölçüde hazır hale geldiğini Sputnik’e değerlendiren bir başka isim oldu. Mahruki’ye göre, 1999 depremine “son derece hazırlıksız” yakalanan Türkiye’de bugün enkaz arama ve kurtarma konusunda ciddi mesafe katedildi. 





Mahruki “17 Ağustos 1999 depreminden önce enkaz arama ve kurtarmaya odaklanmış sadece iki tane örgütlü yapı vardı. Bunların biri, İstanbul Ankara ve Erzurum’da konuşlanan 110 personele sahip Sivil Savunma Teşkilatı’ydı. O dönem bir de İstanbul ve Antalya’da 100-120 civarında gönüllüsü olan AKUT vardı. Yani 99 depreminde arama kurtarma personel kapasitesi 220 kişiydi. Bunların yarısı sivil toplum yarısı devlet destekliydi. Türkiye ve devlet, Gölcük depremine son derece hazırlıksız yakalandı. Ancak Türkiye bir deprem ülkesi olduğunu 1999 depremini yaşadığında anladı ve ondan sonra da çok yol katedildi. Belediyelerde, silahlı kuvvetlerde, başka sivil toplum kuruluşları anlamında arama kurtarma ekipleri oluşturuldu.  Tahminimce şu anda arama kurtarma konusunda tecrübesi, eğitimi, donanımı, malzemesi olan kişi sayısı 10 binin üzerindedir” ifadelerini kullandı.





‘RİSK YÖNETİMİNE YETERİNCE KAYNAK AYRILMIYOR’





Ancak Mahruki, arama kurtarmada katedilen mesafenin, risk yönetimi konusunda katedilmediğine işaret ediyor. Mahruki “Afetle mücadele risk ve kriz yönetimi olmak üzere iki konudan oluşuyor. Risk yönetimi, afet başa gelmeden önce yapılması gerekenleri kapsıyor. Geçen 20 yıllık süre zarfında Türk Silahlı Kuvvetleri, yerel yönetimler ve özel sektör bile AKUT’tan örnek alarak arama kurtarma alanına yatırım yaptı ve yeni ekipler oluşturdu. Ama esas olarak risk yönetimi safhasına yatırım yapmak lazım. Bu alana daha çok enerji ve kaynak ayrılmalı. Zira, afet zararlarını azaltmak için yürütülecek risk çalışmalarına harcanacak her 1 lira, sizi deprem sonrasındaki kriz yönetiminde harcayacağız 36 katından muaf tutuyor. Onca can kaybını saymıyorum bile… Yani parayı, afet gerçekleşmeden önce harcamak en doğrusu" diyor. 





‘KENTSEL DÖNÜŞÜM AMACINA HİZMET ETMİYOR, KÖTÜ YÖNETİM SÖZ KONUSU’





Mahruki, kentsel dönüşümün afetin zararları azaltma amacına uygun şekilde gerçekleşmesi gerektiğine işaret ederek “1999’dan bu yana, İstanbul nüfusu 2 katına çıktı. Sürekli göç, plansız ve kaçak yapılaşmayı da beraberinde getiriyor. İstanbul’daki mevcut yapılan çoğu ömrünü tüketmiş, eski deprem yönetmeliğine göre yapılmış binalar. Bir de üstüne üstlük, rüşvet, hırsızlık, demir çalmak, çimentosunu uygun olmayandan kullanmak gibi bir sürü de kötü mühendislik hizmeti var. Kentsel dönüşüm bunları ortadan kaldırmak için ortaya atılmış bir kavram iken; deprem toplanma alanları imara açılıyor, deprem vergileri farklı amaçlar için kullanılıyor. Bülent Ecevit hükümeti tarafından 1999 depremi sonrası 400 küsür deprem toplanma alanı ilan edildi. Şu anda sanıyorum bunların 70 tanesi falan kaldı. Bu süre zarfında nüfus da neredeyse iki katına çıktı. Aykut Barka, Naci Görür gibi kıymetli hocaları içeren Deprem Konseyi oluşturulmuştu, AKP bu konseyi de lağvetti. Artık bir deprem konseyimiz bile yok. Bu kötü yönetim, deprem senaryosunda da olumsuz sonuçlar doğuracaktır” diye ekledi.